İşte bu kadar basit.
Aile toplumun en küçük birimidir. Devleti ve onu meydana getiren kurumların özüdür. Bir toplumda aile ne kadar sağlam temellere dayanırsa o kadar güçlüdür. Anne, baba ve çocuklardan meydana gelen ailede karşılıklı sevgi, saygı, birlik, beraberlik zedelenmiş, zarar görmüşse, toplum da bundan olumsuz olarak etkilenir. Bu nedenle devletin en öncelikli görevi, sosyal, kültürel ve ekonomik r bakımdan aileye sahip çıkmak, aile düzeninin korunması için gerekli tüm tedbirleri almak ve uygulamaktır.
Günümüzde BM’ye kayıtlı 200’den fazla devlet veya devletçik vardır. Bu devlet veya topluluklar arasındaki dostluk, düşmanlık ilişkisi “ulusal çıkar” esasına dayanır. Çoğu zaman ülkeler arasındaki ilişkide büyük ve güçlü olan kazançlı çıkar, zayıf olan ezilir, yok edilir. Tarih böyle örneklerle doludur.
Ülkemizin içinde bulunduğu Anadolu coğrafyası, gelmiş geçmiş çok sayıda uygarlığın izlerini taşır. Onların bizlere bıraktığı miras, düşünen, aklı başında insanlar için çok şeyler ifade eder. Fakat çoğu zaman bilimsel çalışma adına ortaya çıkan araştırma ya da raporlar, sırf çıkarlar uğruna yalan söyleyebilir, okuyanları yanlış yere yönlendirebilir. Ancak asıl gerçeği hiçbir zaman gizleyemez. Gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkma gibi kötü bir huyu vardır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, binlerce yıldan beri bu topraklarda yaşayan toplumların, uygarlıkların, bir bileşkesidir. Bir anlamda Osmanlıdır, Selçukludur, Bizans’tır, Romadır, Yunandır, Perstir, Sakalar-İskitlerdir, Hittir, Sümer, Asurludur, antik dönem toplumlarıdır. Dini açıdan Müslümanlıktır, Hıristiyanlıktır, Musevilik, tek tanrılı, çok tanrılı yaşam biçimidir. Türklerin milli dinleri, gelenekleri, örf ve adetleri, törelerinin yansımasıdır.
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığı sarayında ilginç bir tören vardı. Yahudi, Musevi din adamları bir ayin düzenlediler ve Cumhurbaşkanı Erdoğan için dua ettiler. Tören sanki eski Türklerdeki şamanlık gibi, Hindular gibi, Budistler gibi, biraz da Hıristiyanlık kilise ayinleri gibi, hatta Müslümanların mevlit programları gibiydi.
Geçmişten günümüze insanlar dini inançları üzerinden çatıştırılsalar da büyük savaşlar yaşanmış olsa da birbirlerinden etkilenmişlerdir. Örneğin İslam’ın ilk dönemlerinde Kuran-ı Kerimin bir şarkı gibi okunması, ilahiler, mevlit yoktur. Ama şimdi bakıyorsunuz Kuran’ı, ezanı çeşitli makamlarda okuyor, okutuyorlar. Türkçe, Farsça, Arapça büyük çaplı mevlit programları düzenleniyor, ilahiler okunuyor, dualar ediliyor. Bazı cemaat veya dini gruplarda sazlı, sözlü, şarkılı türkülü, davullu dümbelekli programlar düzenleniyor. Ve toplumda bunlar kabul görüyor. Buna benzer şeylerin dine aykırı olduğunu söyleyenler, eleştirenler de dine zarar veriyor diye eleştiriliyor. Toplum tarafından dışlanıyor.
Din insanların temel ihtiyaçlarından biridir. Fakat İslam dünyasında olsun, Hıristiyanlıkta olsun, Musevilikte olsun veya Hindularda, Budistlikte, Mani dininde olsun din adamları çoğu kez dini, bir ticaret, bir kazanç aracı haline getirmişlerdir. Din adına ortaya çıkan çoğu kişi veya kuruluş, çıkar hesabına göre hareket ediyor. Olup biten bir şey çıkarlarına uygun değilse karşısındakini dinsizlikle, deistlikle suçluyor. Eğer çıkarlarına uygun ise yere göğe sığdıramıyorlar. İnsanların inançları için öncelikle bunlardan kurtulması lazım.
Uzatmayalım.
Haftada bir, ayda dört, yılda elli defa cuma namazında hoca hutbesini “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğütler veriyor.” şeklinde bitirir. İşin özeti budur. Bir Müslüman olarak, adaletten, hak ve hukuktan ayrılmayacaksın. Büyüğe saygı, küçüğe sevgiyle yaklaşacaksın. Büyüğü veya küçüğü olmaz iyilik yapacaksın. Elinden geldiği, gücünün yettiği kadar yardım edeceksin. Her türlü kötülükten, çirkinliklerden, azgınlıktan, sapıklıktan uzak duracaksın. Bir şeyi yaparken aklını kullanacak, düşünecek ve ona göre hareket edeceksin. İş bu kadar basit.
Facebook Yorum
Yorum Yazın