Günümüzde eğitimin temeli olarak belirlenen sistemin yerine, iletişim ve problem çözme becerileri ve teknolojik okuryazarlığın öne alınması, ileri toplumun manifestosu olarak algılanmalıdır. Elbette mevcut öğretim teknolojileri ve eğitim programlarına sıkı sıkıya bağlı olan statükocu düşünceler de vardır. İleri toplumun olmazsa olmazı, öğrenen insanın öğrendiğini kendi hayatına nasıl yansıtacağı olmalıdır. Böylelikle konu, toplumsal boyuta uzanır. Öğrenmenin bireyin donanımsal kazanımlarına ne katacağı gözetilmediği sürece statüko, tüm düşünceleri yutma gücüne sahiptir.
Milli Eğitim politikalarımızın, bireyin ileri toplumun donanımsal becerilerini el etme beklentisi amaç edinilmedikçe; 100 yıllık cumhuriyetimizde değişen 65 adet bakan az gelecektir. Bir türlü belirlenemeyen “Milli Eğitim Politikamız” geleceğimizi nasıl etkileyecektir? Neslin karmaşasını arttırmaktan başka bir şeye yaramadığı göz önündedir. Her gelenin tepetaklak ettiği sistem, amaçlanan düzeyin yakalanmasının en büyük engeli olmuştur. Politik düşünce farklılığının en etkilememesi gereken bakanlığın “Milli Eğitim Bakanlığı” olması gerekirken, en çok oynanan bakanlık olduğu gerçeği, geleceğimizin belirsizliğini körüklemeyecek midir?
Milli Eğitim politikasının asıl amacının ne olduğuna karar verilemediği ortada dururken, eğitim-öğretimin yalnızca alfabenin öğretilmesi ve sorulara ezber cevaplar verilme beklentisi mi olmalı? Düşünce üretmede etkili olan felsefeden uzaklaşılması, sorgulamaya olan karşıtlığı ortaya çıkararak, tek tip insan yetiştirme garabetine yol açacaktır. Bireylerin kendi kararlarını vermekten aciz sadece bir bilenin karar vereceği inancını da besleyecektir. Bireylerin nasıl düşüneceği ve kendi yollarını seçme özgürlüğünün donanımsal eksikliğiyle, ileriki yaşamlarında; düşünce üretmeden, boyun eğen ve kabullenen kalabalıklar olması mı amaçlanmaktadır? Yoksa düşünme, sonuç çıkarma, kendi yaşamını etkileyen her şeyi sorgulama, yeni fikirler üretme, büyüleyici bir dünya hakkında bilgi alarak tadım çıkarma, yeni entelektüel okumalara yaklaşırken kendini rahat ve coşkun hissetme yetisini mi beslemelidir? Öğretmenlerin, siyasi dünya görüş farklılıklarından bağımsız, sorgulayıcı düşünme ve kavramsal öğrenmeyi geliştirebilmeleri için politika belirleyerek ilerlemeleri sağlanmadıkça tartışmalar bitmeyecektir.
Ülkemizde hala öğrenim hayatının, düşünme becerisini geliştirmek olduğu kavranamadığı görüşündeyim. Sınavlarda sorulara doğru cevabı verebilme ve ancak bu şekilde yüksek not alınabileceği inancı yerleşiktir! Oysaki “hayatın anlamı ve değerinin, sorgulanmasıyla” anlaşılabileceği görüşünü milattan önce Sokrates belirlemiştir. Felsefi düşüncenin en önemli özelliği, sorgulayıcı olmasıdır. Bir amaca yönelik sistemli sorular sorulmasının algılanması bile bu konunun önemini ortaya koyarken, dogma bilgi ve anlayıştan uzaklaştırdığı da görülebilecektir. Sorgulanmayan her şeyin kabule dayandığı gerçeği, bireyin elde ettiği ve edeceği tüm donanımları yerle bir edecektir. Öğretim sisteminin, insanın ileriki yaşamında nasıl etkili olacağı öngörülerini tartışmak dururken sadece kabul ile muteber sayılması, daha iyiye giden yolun engeli olacaktır. Ne de olsa bir bilenin dediği daha muteberdir. Hem bu kadar masraf da edilmeyecektir! Kısa yoldan herkes kabule geçtiğinde kuşak çatışması olmayacak, amaçlanan tek tip insan da yetişmiş olacaktır! Tek tip insan yetişmesinin önündeki engel, sorgulama becerisinin elde edilme zorluğu ve emeğine de gerek kalmayacaktır. Karşıt görüşler, kabul edilmediği için hem toplumsal çatışma hem de sosyal çalkantılar da olmayacaktır! Öte yandan gelişim enerjisinin ileri toplum seviyesine gelme uğraşısı da olmadığından her şey kolaylaşacaktır! Bu toplumun hafızasından çıkmayan, eski bakanlardan Emrullah Efendi´nin “Şu mektepler olmasaydı, ben bu maarifi ne güzel idare ederdim.” sözünün algısı, ileri toplum anlayışını zedelemiştir. Sorgulamayan, düşünce üretmeyen, kabule dayalı bir öğrenim hayatı, bireyin hangi donanımsal gücünü ortaya koyabilecektir? Adının başındaki “Milli Eğitim” kavramının içinin boşaltılmasının göz ardı edilmesiyle ulaşılan yer, asla bu toplumun ulaşacağı yer olmamalıdır.
Yeni yakında, isminin başında bilim uzmanlığı anlamına gelen profesör unvanı ile TBMM kürsüsünden haykıran Milli Eğitim Bakanı; -“Tarikatlarla işbirliği ve protokol yapmaya devam edeceğiz.” söylemi ile aslında sorgulama ihtiyacı duymadan kabule geçen bireyler yetiştirme amacının olduğunu açıklamaktadır. Tüm aykırı ve yeni düşünceleri tetikleyen en etkili dinamiğin “sorgulayıcı düşünce” olduğu anlaşılmadıkça, ulaşılması beklenen bireysel güç donanımları elde edilemeyecek ve önemsiz sayılmaya devam edecektir.
Eğitimin amacı konusunda görüşler ileri süren N.Kıtson & R.Merry, “Çocuklar, eğitimi başkalarının vereceği bir şey olarak gördüklerinde; başkalarının yardımı olmadan karar verme yeteneklerini ya da kendi öğrenmeleri için gereken sorumluluk duygusunu kaybederler.” görüşleriyle öğrenme sürecinin bir başka çarpıcı tarafını ortaya koymaktadırlar. Modern eğitimin ana omurgasını oluşturan görüşler, öğrenme sürecinin bireyselleşmeyi sağlayarak; karar verme ve kendi yeteneklerini ortaya çıkabilecekleri süreç olduğunun kabulü gerekir. Ülkemizin yetiştirdiği önemli eğitimcilerden olan A.Hesapçıoğlu & R.Bakıroğlu; “Düşünme, genel olarak bilginin elde edildiği bilişsel bir süreç ve zihinsel bir harekettir.” görüşleriyle, sorgulama becerisinin çıkış noktasını işaret ederler. Bilişsel sürecin, düşünceye evrilmesiyle ortaya çıkması, beklenen eleştirel ve yaratıcı düşünceleri tetikleyecektir. Bilginin aktarımıyla ortaya çıkan kabul, bilginin davranışsal ve yaşamsal izdüşümü ile çakışmayacaktır. Bireye öğrendiği bilgilerin, yaşamda nasıl kullanılacağı elbette öğrenim sürecinde öğretilmez; ama sunulan bilgileri aynen kopya ederek çalışmak değil etkin bir şekilde anlam çıkararak; sorgulayıcı, şüpheci, analiz etmeden kabul etmeme becerilerini bireysel algıları ile elde edebileceklerdir.
Sorgulama ve analiz etme becerisinin gelişimiyle elde edilen donanım, bireyin yaşamını doğrudan etkileme gücüne sahiptir. Yaşamını sadece kendi doğruları ile yönlendirme, kendi kararlarını verebilme yeteneğinin özgüvenini kazandırır. Sokrates’in ünlü sözü, “Sorgusuz hayat, yaşanmaya değmez.” ilkesi, günümüzde küresel canavarın “sorgulamadan kabul” üstenci bakışına kafa tutmaya devam ediyor. Ancak bu sözün sadece kuru bir ifade olmamasını kavramak, derin bir yaşam enerjisinin hissedilmesiyle anlaşılabilecektir. Sorgulayıcı düşünme, içsel dünyamızın ve inanç değerlerimizin gücünü keşfederek aynı zamanda kendi özümüzün özgüvene kavuşmasıdır. Yaşamı doğrudan etkiler ve yaşama nasıl kafa tutulacağının donanımına ulaştırır. Yaşamsal donanımların elde edilme sürecinin kökünü oluşturur.
Facebook Yorum
Yorum Yazın