“Kabullenme” ile her an zıtlaşma halinde olan “Kabul”, şuur katında güçlenir. İçsel dengelerin etkisi ile davranış haline geldiğini gözlemlediğimiz bu süreç, bilinç arenasında gerçekleşir. Arena tam bir er meydanıdır. Çok güçlü olmadan oraya çıkılmaz. “Kabul”e, bilincin desteği olsa da kabullenmenin müşterisi daha çoktur; çünkü bilinç katmanına çıkmadan kolayca gerçekleşir!
Arenada “kabul”ün yürüyüşü bile farklıdır, bilinç tarafından iyi motive edilmiştir; ama “kabullenme”nin adımları, özgüvenliymiş gibi olsa da yere tam basmamaktadır! “Kabul”ün, baskınlığı nettir. “Kabullenme” ile çatışması bilinç düzeyinde her zaman olur. Onun için hayatın seyrini doğrudan etkiler. Zaman geçtikçe zıtlaşma ve çatışma eksik olmaz; ama çatışmalar, tam algılandığında bireyin “kendini kabul” ve “var” olma çabası olduğu algılanır. Çatışma, hayatın seyrinde etkin bir şekilde hep olacaktır.
Kabullenmenin içinde olduğu zannedilen “kabul”ün sürekli bir başkaldırı halinde olduğunu algılayan birey, kendi içindeki çalkantıyı dindiremez. Kabullenmelerin, Yaşamın acımasız rüzgârlarına kabullenmelerin direnci azdır. Her savurulmada hayatın ritmini de etkiler ve bilinç düzeyindeki eğretiliği önlenemez; çünkü bireyin kendi dışında gerçekleşen doğruya olan inancı tam değildir. Küçük bir şüphe ile yapılan sorgular yıpratır. Sadece kabullenilmiştir ve o, öyledir. Hoca dedi, komşu dedi, öyle duydum, uzman dedi, dayım dedi, annem dedi, babam dedi söylemlerinin küçük bir sorgu ile sarsılabildiğini gören birey, kendini bir anda arenada bulur; kendi ne demiştir? Cevap yoktur! Duyumlara karşı çıkacak birikim, donanım, farkındalık ve özgüven eksikliği ile kabullenme gerçekleşmiştir; ama sorgulama rüzgârları hiç dinmeden devam edecektir. Kabullenmenin üstenci bir hisle gerçekleşmesinin gücü, kâğıttan bir kule gibidir aslında. Küçücük bir sorgu rüzgârında bile savrulur.
Yaşamın her zaman güçlüden yana tavır koyduğunu algılamak, kabullenmeye olan mesafeyi arttırır. Kabullenme yolunda olan herkes, aslında gizli bir “pes etme” hissinin de saldırısına uğrayacağını fark etmez; ama bunu kendi donanımlarını arttırdıkça algılaması, umut ışığı olur. Kabullenmenin, “istese de istemese de” gibi üstenci bir hisle anılması, kabul ile farkını anlatır. Kabule giden yolların pek de sanıldığı kadar düz olmadığı ortaya çıktıkça yılmadan devam isteği, bir mecburiyet halini aldığında, bireyselleşmenin de kapısı çalınmaya başlar. Kendi bilinciyle gerçekleşen “kabul”ün en önemli değeri budur.
Her zaman “neyi kabul” edeceğinin şaşkınlığı ile içinde bulunan dürtüler su yüzüne çıkmaya başlayınca, eylemsel bir devinim hissi tetiklenecektir. İçindeki yapma, olma ve başarma arzularının dizginsiz hali hissedildikçe de tetiklenen hisler güçlenir. Yaşamın, donanımsızları bir kuru yaprak gibi belirsizliğe doğru sürüklediği gerçeği, kendini var etme düşüncesini tetikleyecektir. Hangi yaşamsal donanıma sahip olduğunun sorgusu, beyninde dönmeye başlar; aslında eylem başlamıştır.
Kabullenme, “kendi inisiyatifi dışında belirlenmiş davranış, fikir, düşünce, yargı, olay, kavram, kuram ve yaşamsal dinamiklerin olduğu gibi doğru olduğuna inanma” anlamı taşır. Daha sonra başka doğruların sorgulanmasıyla ortaya çıkan zıtlaşma, iç burukluğa sebep olacaktır. Kabullendiklerini değiştirememe hissi donanım eksikliğini tetiklediğinden, burukluk biraz daha artar ve özgüven duvarlarını yıpratan dalgalar haline gelir. Asıl belirleyici dinamiğin, “sorgulama” olduğu algılandığında ise her an “kabullenme” ile çatışma halinde olacağı açıktır. Kabullenmenin sorgulamaya gerek duyulmadan, akıl onayı olmadan kolayca gerçekleşmesi, özgüveni yerle bir edeceği akla gelmez. Sorgulama sonucunda aklın onayı inanmayı sağlayacağından ise birey, kabullenme yoluna değil “kabul” yoluna sapacaktır. Kabul yolunun gittikçe aydınlanması, akıl ve bireysel donanımlarla gerçekleştiğinden bireyselleşme hazını da tetikler.
Elbette yaşamın insana sunduğu tüm yaşamsal değerlerin kıymetini bilmek gerekir; ama o değerleri kendi becerileri ile yaşama kafa tutmadan elde edemeyeceğini de bilmek gerekir. Beceri ve donanım eksikliği, her zaman kabullenmeyi cazip hale getirir. Yaşamsal donanımları elde etmek elbette zordur. Yaşamsal donanımları, hiçbir özveri ve emek çekmeden doğumla beraber hazır bulanlar; o donanımları kendi emeği, gücü, becerisi, aklı, zekâsı, özgüveni ve alın teriyle elde edenlerin duydukları hazzı bilemeyeceklerdir. Mutlu ve güçlü olmak; yaşamın istenen her şeyi sunmaya hazır olduğunu görebilme şansıdır; ama bu şansı, sadece bireysel donanımlarını tamamlamış olanlar kullanabilecektir! O donanımların, zor, çetin ve taşlı yollarda emek harcayarak gerçekleşebileceği unutulmamalıdır.
Kabullenmenin, karşıt düşünce ve değerlendirici tutum geliştirmeden boyun bükerek gerçekleşmesi, insanın iç dengelerini bozar. Üstenci güç ve yetersizlik hissiyle gerçekleşmesi, kabul ile savaşı önleyemez; çünkü “kabul”, aklın onayı ve bireysel doğruların dengesi ile gerçekleşebilecektir. Genellikle sorgulama gücüyle karşıt düşüncelerle savaşarak elde edilen bir düşünsel katmandır. Bireyin kendini sorgulama ihtiyacı ile başlayan bu süreç, çok çetin geçer. Kimseye belli etmeden bireysel eksikliklerin masaya yatırıldığı yargılamalar, iç dünyada gerçekleşir. Ego bir odaya kilitlenmiştir. Karakterin, benliğin ve kişiliğin bile sorgulanmasıdır bu. Başarısızlıklar, beceriksizlikler, özgüvensiz davranışlar, donanımsal kompleksler ve eksikliğe dair ne varsa ortaya dökülür. Masaya vurulan yumruklar, yükselen serzenişler ve itirafların havada uçuştuğu arenadır bu. Aynı zamanda kendini gerçekleştirmenin ön onayı ve “Kendini kabul” bilincidir de.Bu kabulün nasıl olduğundan öte, ne olduğu bilincinin güçlenmesi önemlidir. Adımlar tam atılmaya, yeri döver gibi özgüvenli yürünmeye başlandığında, her şey olduğu gibi onaylanmış demektir. Bu bilincin “kendini kabul” savaşı olduğunu bilmek, eksik donanımları tamamlama gücü verir. Eksikliğin kabulü, tamlığa giden yolu aydınlatmıştır. Elbette hiçbir insan tam ve mükemmel olamayacaktır; ama o yolda uğraş vermek, kendi eksikliklerini tamamlama enerjisi kazandıracaktır.
Kabulün karşıt düşünceleri bile içine alıp değerlendirmesi, aklın ve bilincin zaferidir aslında. Bu zaferin enerjisi ile nefes alınan şimdiden başlayarak her hissin, her düşüncenin, her duygunun ve olumlu / olumsuz davranışın irdelenme gücü, her insanın elde etmesi gereken donanımdır. Buna karşın “kabullenme”, bilinci öteleme eylemlerine girişir; ama bireysel donanım bilinci ile kuşatıldığı fark edilmez. Bireysel donanım farkındalığı, bireye akıl ve bilinç gücü vermiştir. “Kabul”ün o kadar etkin olmasının nedeni, ortaya çıkan bu güçtür. Bu yol zor kat edilmiştir; ama verdiği özgüven hissinin farkındalığı, bu emeğe değdiği bilincini verecektir. “Kabullenme”nin içinde olan toplumsal değerlere bile karşıtlık, bilinç ile gerçekleşebilecektir. Toplum tarafından dikte ettirilen üstenci kabullenmelerin gücü, bireysel donanım ve farkındalık bilinciyle boşa çıkarılabilecektir. Bu çatışma sonucunda bireyin, “kendini ve her şeyi olduğu gibi kabul” zaferi tüm hayatın özgüvenle geçmesini sağlayabilecektir. İnsanın fıtratından gelen “iyi insan” olma ülküsü, “kabullenme” katmanında değil, “kabul” katmanında gerçekleşir. Hayatın seyrini değiştiren asıl gücün “kabul” olduğu bilinci, hayatı kolaylaştıracaktır.
“Hayatı ve kendini kabul” gerçekleştiğinde; olana teslim olma bilinci ve bireysel tavır koyma bilinci de gelişecektir. Olan, her zaman kendi inisiyatifi dışında gerçekleşse de yaşamın sunduklarıyla hediye edilen hayatı, “kabul” enerjisi ile yönetebilecektir. Her şeyin “olduğu gibi” olduğu bilinci ise yaşam ile hayatın uyumunu sağlayacaktır.
Ahmet Bayındır
Eğitim ve Davranış Bilimci
İlişki ve Evlilik Danışmanı
Yaşam Koçu
Teşekkürler