21 Nisan 1943’te, Mersin’de, Anamur çayı koyağındaki Akine köyünde doğar Abdülkadir Bulut; Cemal Süreya’nın ifadesiyle, “Kasabalı Lorca…” Ölmedi, yaşıyor, şiirlerinde, mücadelesinde; Abdülkadir Bulut, 81 yaşında…
“Ne zaman oturup seni düşünsem,
Öyle sessiz ve kendi başıma,
Birden bağrış çığrış içinde;
Çamurda oynayan bir çocuğun,
Hayatı çıkar karşıma…
Ağlamak geçer içimden,
Ucu denize çıkan yollarda.
Ellerim cebimde ceketim ilikli;
Ağlamak gelir içimden,
Suları sızan bir testi gibi…
Bahçe kapısından baksam,
Önüne yeşil soğan, laz lahanası;
İlkyazlarda dikilmiş bir eve,
Görebilir miyim acaba?
Ağaçtan ağaca gerili iplerde,
Bir delikanlı hırkası…
Ekinlerin tatlı boğum zamanı,
Bizim oralara doğru gitsem,
Asi bir şiiri andıran Mersin’e
Ve doya doya seyretsem;
Büyüdükçe bir göçebe kızının,
Nasıl benzediğini annesine…”
21 Nisan 1943’te, Mersin’de, Anamur çayı koyağındaki Akine köyünde doğar Abdülkadir Bulut; Cemal Süreya’nın ifadesiyle, “Kasabalı Lorca…”
Ölmedi, yaşıyor, şiirlerinde, mücadelesinde; Abdülkadir Bulut, 81 yaşında…
***
İlkokul ve ortaokulu Anamur’da tamamlar. Akşehir Öğretmen Okulu’ndan 1961 yılında mezun olur. 1961 ile 1966 yılları arasında Anamur ve Kırıkhan’ın köylerinde öğretmen olarak köy çocuklarını eğitir. Torosların otunu, burcunu, odağını, kuşunu, kelebeğini, insanını ve destanını, yaylanın çiçeğini, börtü böceğini, yörüğün kara sevdasını, ağıtını, türküsünü şiire döker…
“Bir Akdeniz çocuğu olarak,
Tutuklandın otuzuna basmadan.
Ve ellerin arkadan kelepçeli,
Farkında olmadan eğildi başın.
Bir nar dalının altından geçer gibi…
Kaygılandın ama alnın,
Dağılmadı her şeye rağmen.
Geride kalsa da karın
Ve dağlara sakladığın kitapların,
Kollarına girip akşamüstleri,
Yol boyu yürüdüğün dostların,
Dağılmadı her şeye rağmen…
Koparıldın köyünden ve suyundan
Ve onların ilkyazlarda yarattığı
Caneriklerinden, karadutlardan.
Götürüldün arkadaşlarınla birlikte,
Silifke üstünden Mersin'e doğru.
Sular serinlik taşıyordu…
Getirildin sabahın içinden,
Gençliğini kuran Mersin şehrine.
Yanında kokularına alıştığın,
Kollarını boynuna doladığın,
Arkadaşların…
Tutuklandın otuzuna yaklaşırken.
Ne esmerliğin tadını çıkarabildin,
Ne de karının, göğüs cebine;
Gururla bıraktığı paralardan,
Sıcak bir ekmek alabildin,
Kendi ellerinle…”
Tutuklandı otuzuna varmadan…
17 Mayıs 1971 tarihinde İsrail'in İstanbul Başkonsolosu Elrom'un, Mahir Çayan ve arkadaşları tarafından kaçırılmasının ardından Sıkıyönetim Komutanlığı'nın radyodan yaptığı duyuruyla 'Balyoz Hareketi' başlatılır. Ülke çapında sol kimlikli aydınlar tutuklanırken Anamur'da ilk gözaltına alınan kişilerin arasındadır öğretmen Abdülkadir…
Anamur'da beton bir koğuşta geçirilen üç günün ardından, Bulut ve düşünce arkadaşları Güngör Türkeli, Fahrettin Deniz, Mehmet Kurt, Mehmet Yiğit ve Ali Kurt sorgulanmak üzere Silifke üzerinden Mersin'e gönderilir. Orada, karakolun pislik içinde yüzen beton, karanlık hücresinde aç susuz bekletilirler. Aşağılanma, gözdağı ve sorgulama peş peşe gelir. Ancak dört gün sonra bırakılırlar…
Daha önce de 777 gün açıkta kaldığı, Can Yücel'in şiirine, Mahmut Makal'ın kitabına konu olan ilginç, ilginç olmanın ötesinde trajikomik denilebilecek bir olay daha yaşar Abdulkadir Bulut. Kendisinde ve şiir dünyasında derin iz bırakan bu olayın öyküsünü şöyle anlatır:
“Anamur Kaşdişlen Köyü İlkokulu öğretmeni Fahrettin Deniz, 1966 yılı 10 Kasım'ında, bir ‘Atatürk'ü Anma Gecesi’ düzenlemek istedi. Benimle birlikte öğretmen arkadaşlarım İsmail Demirtaş, Metin Hamarat, Durmuş Ali Uysal, Mehmet Yiğit ve Arif Şahin bu etkinliğe destek verdik. Programa göre; Atatürk'ün '10. Yıl Nutku' ile 'Bursa Nutku' okunacak, Atatürk Devrimleri köylüler tarafından anlatılacaktı. Kaymakamın emri ile etkinlik hemen iptal edildi. Öğretmen arkadaşlarımla birlikte sol propaganda yaptığımız ve halkı isyana teşvik ettiğimiz gerekçesiyle açığa alınıp hakkımızda soruşturma başlatıldı. Soruşturma sonucunda arkadaşlarımın hepsi görevlerine döndü.”
Öğretmen arkadaşları döner görevlerine dönmesine de, Abdülkadir Bulut; 22 Kasım 1966 tarihinde müfettiş raporu doğrultusunda ve Bakanlık emriyle mahkemeye verilir. Suç delili ise; Abdülkadir Bulut'un evindeki kitapları ve onun asfalt yolda bulup lojman panosuna astığı, 'sağ bacağı kopuk, sol bacağını öne uzatır konumdaki' ezilmiş, ölü bir kurbağadır. Müfettişe göre, bu kurbağa sol düşünceyi simgelemektedir…
Bulut, 1967 yılında mahkemece aklanırsa da bakanlık geri dönmesine izin vermez. Daha sonra Danıştay'a açtığı, Avukat Halit Çelenk'in savunmasını yaptığı dava, ancak 777 gün sonra sonuçlanır ve öğretmenlik görevine geri döner. 1971 yılında yeniden tutuklanır. Serbest kaldığında İstanbul’a sürgün edilir…
8 Ağustos 1985’te tutuklu bir akrabasının duruşmasını seyretmek için geldiği Silifke’den Anamur’a dönerken Boğsak yakınlarında minibüsün kapısının açılması sonucunda araçtan düşer. Önce Anamur, sonrasında Mersin’deki hastaneye kaldırılsa da; 9 Ağustos 1985 günü, garip bir Akdeniz Cuma’sında ayrılır aramızdan…
***
Cemal Süreya, şöyle der Abdülkadir Bulut için: Her şeyi bir türkü tadında eritiyor Abdülkadir Bulut. Şiirinde soylu imgeler yaratıyor. Kasabalı bir Lorca. Her şiirinde şiir var…"
Hilmi Yavuz ise şöyle: Bir insan, bir şair nasıl bu denli yerel kalabilir? Abdülkadir Bulut; büyük kente, İstanbul'a, sanki onu olumsuzlamak için gelmiş gibiydi. Anamurlu bir Türkmen'di o ve hep öyle kaldı. Üstelik her şeyi yerel olana indirgeyerek, sanki hiçbir ayırım yokmuş gibi yazarak. Salt yazarak değil, öyle düşünerek yaşadı Bulut..."
Ceyhun Atuf Kansu, Abdülkadir Bulut şiirleri için ‘su yumuşaklığında’ benzetmesini yapar. Sennur Sezer ise, "O, alnımızdaki kırışıklıklardan biri artık. Buğday rengi şiirleri, şiirimize katıldı. Eksik kaldı yeni sözler, yeni türküler ve güzellikler…" der.
Hilmi Yavuz'u dinlemeye devam edelim: "Bulut'un ölümü 'saçma' olabilir. Ama yaşamı öyle değildi hiç. Şairlerin yaşamı anlamsız ya da saçma olabilir mi? Bulut; yaşamın, doğanın ta kendisiydi. Her şeyi, Akdeniz'in doğasıyla kültürü arasında ayırt edici bir sınırın çizilemediği (O, öyle düşünüyordu) bir bütünselliğin içinden alınmıyordu. O denli çok öykü biliyordu ki… İnanılmaz bir yerel sözdağarı vardı. Mendile 'yağlık' dendiğini 'küncü'nün susam, 'dökkü'nün bir tür sahil kekliği olduğunu Bulut açıklıyordu bize. Neredeyse bütün bir Akdeniz bitki örtüsünü, bitkilerin ve çiçeklerin adları, özellikleriyle, bir bir sayabilirdi. Bulut; şiirlerinde de her şeyin en güzelinin, en iyisinin, kendi deyimiyle 'bizim oralar'da olduğunu söyler. Bulut, şiirinin özünü hep 'bizim oralar'dan aldı. ‘Bizim oralar'ın ağacından, kuşundan, kendi deyimiyle 'otundan burcundan' üretti şiirlerini. 'Ilgın ağaçlarının duruşundan hayatına ve şiirine bir şeyler' katmasını bildi. Alnı, 'sarp bir kayalıktı' O’nun..."
YURDUMUZUN ŞİİR DEFTERİNDE GÜNEŞ YANIĞI BİR SAYFA OLARAK HEP KALACAK…
Saygıyla Abdülkadir Bulut… Duruşuna, şiir ve insan sevgine, mücadelene; Sevgi ve hasretle…
Bekliyoruz dostlar. Mersin'in değeri, Cemal Süreya'nın ifadesiyle "Kasabalı Lorca"yı anacağız. Eşi, dostları, sevenleri, şiiri an be an hayatında yaşayan ve yaşatanlarıyla; hep birlikte, Abdülkadir Bulut'u anacağız. İçel Sanat Kulübü nde...
27 Nisan Cumartesi, saat 14.00'de...
Haber : Baha Sadık AKINER
Yorum Yazın